26 Mayıs 2015 Salı

Sahi Hz. Adem reçel sever miydi?

Batının medeniyetimize en büyük hediyelerinden birisi. Onları kadın haklarını savunduklarını iddia ederken göreceksiniz. Materyalist bir dille cinsiyetçiliğin dibini bulurken itiraz edenleri kadın düşmanı olarak yaftaladıklarını fark edeceksiniz. Sizleri mahkum edildikleri karanlık zindana çekmeye çalışacaklar. Onları dillerinden ve yazılarından akan nefretle tanıyabilirsiniz. Kendilerine feminist müslümanlar ismini veriyorlar ama ben müslüman kısmına net bir itiraz çekiyorum. Zira batının artık tükenen ve insanlığı büyük bir yıkıma götüren diline hapsolmuş jargonları bir hakikat ve adalet çağrısının dili olamaz. 

Batının kilise tahakkümüne karşı giriştiği mücadele önümüze pek çok hareket çıkarttı. Şu anda iki ağabey ve bunların küçük kardeşleri halen hayatımıza etki etmeye devam ediyorlar: Kapitalizm ve Marksizm. Kapitalizm moderni doğurduğunda dünya artık yeni bir efendiye sahip oldu. Tüketim ismindeki efendimiz hem erkekleri hem de kadınları doğal olanla yani tabiatla giriştiği savaşın birer neferi haline getirdi. Bu savaşa hakiki bir cevap üretemeyen ve kadın erkek ilişkilerine dair tek savını efendi-köle algısı üzerinden konumlandıran Marksizm cinsiyetleri eşitleyerek zayıf ve oldukça aciz bir şekilde verdiği mücadeleyi kaybetti. Lüksün ihtiyaç haline dönüşmesi, istediğini edinemeyen insanın daha vahşi ve şiddet dolu bir doğaya bürünmesi, sürekli olarak bir şeyleri arzulamak ve bir şeylerden nefret etmek üzerine kurulu bir dünya algısını beraberinde getirdi. Artık sadece arzuladıklarımız ve nefret ettiklerimiz var. Kadın da bu algı saldırısından nasibini aldı, erkek ve kadının arasındaki mizaç daraldı. Güzel olanı temsil eden kadın figürü artık bir arzu nesnesi. Tıpkı erkeğin de arzu eden ve elde etmek için etik olmasa bile her fırsatı değerlendiren bir doğaya sürüklenmesi gibi. Bu durum elde edemediği arzu nesnesini şiddetle veya parayla elde eden erkek figürünü hayatımıza sokmuş oluyor. Elbette bu durum kadını şiddetin nesnesi haline getiriyor ve kucağımızda bu garabetten doğan bir ideolojiyle başbaşa kalıyoruz: Feminizm. 

Feminizmin en büyük hatası sorunun kökenine dokunmadan şiddeti yine bu sorunu ortaya çıkaran ideolojilerin evladı olarak aynı dille çözmeye çalışması oldu. Şiddet var demekten başka bir tahlil yapamazsanız ve tek yaptığınız şiddeti üreten erkek nesnesine saldırmaktan ve onun gibi olmaya, onun gibi yaşamaya ve onun doğasını edinmeye çalışmaktan ibaret olursa iki yüz yıllık bir mücadele de verseniz sorunu ortadan kaldırmanız mümkün olmuyor. Sonuç; feminizm erkeği ve kadını birbirlerinden nefret eden ötekiler yaparken erkekleri de ikiye bölmüş oldu. Feminist kadınların yanında görünmeye çalışan fakat ne asli fıtratına ne de modernin fıtratına sahip olabilen aklı karışıklar ve şiddet üretmesinin karşılığında aldığı nefreti anlamlandıramayan ve kolay bir şekilde yok saymayı seçenler. Sanırım feminizmin sorunu çözmeye çalışırken işleri ne kadar karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale getirdiğini burada görmüş oluyoruz. Artık elimizde atılmış basit bir düğüm yok, aksine çözülmesi zor bir karmaşık düğümle başbaşayız.

Feminizmin özünde yapmaya çalıştığı aslında şu: Benim bir arzu nesnesi olmakla problemim yok fakat arzu nesnesi gibi davranılmakla problemim var. Ben erkeğin para, güç ya da şiddetle elde ettiği avı olmaktan çıkıp erkek gibi onun yöntemlerini kullanmaktan çekinmeyen bir avcı olmak istiyorum. Benim kadın haklarından anladığım erkeğin iktidar yollarını edinmekten ibaret. Soruna kapsamlı bir çözüm üretmek ve yozlaşanı düzeltmek istemiyorum, bu yozlaşmanın içinde kendime daha imtiyazlı bir konum almak istiyorum. İşte bu yozlaşmış eşitlik talebi kucağımıza yepyeni bir sorunu düşürmüş oluyor. Kadın mücadelesi sadece bir iktidar savaşı haline dönüşürken erkeğin alanı daralıyor, cinsiyetler birbirine yaklaşıyor, doğal fıtratlar yozlaşıyor. Erkek ve kadın fizyolojik olarak birbirinden çok farklı olmalarına, farklı arzulara, ilgi alanlarına, davranış biçimlerine sahipken fikriyat olarak üzerlerine oturmayan ve rahatsız eden aynı giysiye girmeye çalışıyorlar. Feminizmin başından beri eşcinsel hareketleri desteklemesinin altında da iki farklı doğayı tek doğaya indirgeyen bu yozlaşmış eşitlik talebinin ne kadar etkili olduğunu burada görebiliyoruz.

Son otuz yıldır dindar kesim de yaşadığımız bu dünyada içinde olduğumuz bu sorunlarla yüzyüze geldi. Tam da bu yüzleşmenin eseri feminist müslümanlar. Bu arkadaşlar ne kadar tahsil seviyeleri yüksek de olsa sorunun tamamını ve kökenini görememekten muzdaripler. Öğretimin tek başına düşünce üretimini ve tahlil kabiliyetini mümkün kılmadığını da böylece görmüş oluyoruz. Sonuçta kendilerine bir yazın mecrası bulan bu hareketin etkilendikleri ideolojilerin söylemini zorlama bir şekilde dinde aradığını ve zorlama ilişkilerle önümüze tadı başka her şeye benzeyen bir reçel koyduklarını görüyoruz. Söylem dilini kullandıkları ideolojilerin gereklerini yerine getirmek de bu hareketin en büyük mahkumiyeti diyebiliriz. Eşcinsel hareketlerin destekçiliği, Hz. Adem kadın mıydı yazısı, cuma namazı kıldıran kadınlar, cumhuriyet savcısını katleden sözde devrimcilere duygulanma, sorunu kronikleştiren erkek düşmanlığı, aşağılayıcı dil bunlardan sadece bir kaçı.

Turşu blog mecrası modernin önümüze oyalanmamız ve asla bir çözüm bulamamamız için koyduğu bu düğümü çöpe atıp meselenin özüne dair 'söz' söylemek ve gerçek bir çözüm üretmek için sizlerle artık. Burada nefrete karşı sevgiyi, yozlaşmaya karşı hakikati, tüketime karşı berrak düşünceyi öne çıkarmaya çalışacağız. Allah mahcup etmesin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder